Sizlerde olur mu bilmiyorum. Bende olur. Tıkanırım, öylece kalırım. Elim kolum kalkmaz, dilim damağım kurur. Ben şaşırırım ozamanlar kendime kızarım, küserim, alınırım. Zoruma gider çaresizliğim, zoruma gider beceriksizliğim.
Şimdilerde de aynen öyle halleri yaşıyorum.
Ben gazeteciyim, ben yazarım. Yazı yazmasını bilirim. İçimden geçenlerle aklımdakileri hatta ruhumdakileri harmanlamayı da bilirim.
O zaman bana ne oluyorda iki satırı bir araya getiremiyorum?
Niye diyemiyorum, evleriniz yıkıldı, günleriniz geceler gibi karardı. Niye diyemiyorum? Ağlıyorum ondan mı, içim çok acıyor belkide ondandır.
Belkide eşlerini yitirmiş kadınların acılarını bildiğimdendir.
Belkide odur beni dermansız kılan!
Küçük çocukların babasız kalışlarını da bilirim, ağlamalarını, babalarını istemelerini ve annelerin çaresizliğini de...
O zaman yazsana!
Herkes yazıyor, elbette yazacaklar, bu onların işi, bu onların görevi, bu onların vicdanı.
Göçük altındakiler şehit oldular.
Vazife başında öldüler. Ekmek parası için öldüler.
Ekmek düpedüz ekmek!
Aldıkları maaşları ile ekmek alıyorlardı zaten yanında da biraz katık.
Kolay mı madencinin evini geçindirmesi, kolay mı madencinin yerin bilmem kaç metreler altında, karanlıkta, havasızlıkta çalışması.
Kolay mı onu işe uğurlayan eşlere, analara, bacılara, kardeşlere, babalara…
Kolay değil elbette, üstelik çok zor.
Ben çok eskilerde bir kitapta okumuşum bir madencinin iç sızılarını…
Sonra Zonguldak’ta tanıdım madencileri ve ailelerini.
O zamanlar çocuktum ama hatırlıyorum.
Rahmetli babam, birkaç madenci için ciğerleri harap olmuş demişti, sonrada onlar madende çalışıyorlar diye annemle konuşmuşlardı.
Ayrıca babam madende çalışanlar için:
“Onların kazançları analarının ak sütü gibi helal ve bereketli”
Anlayamazdım tam ne demek istediğini babamın ama zor olduğunu, yaptıkları işin kutsal olduğunu iyi anlamıştım.
Ve babam derdiki:
“Onlar yerin altında ekmek paralarını helaliyle kazanıyorlar. Alın terleri siyah değil sanki kardan pak”
Filmlerde de görmüştüm, madencileri ve madende çalışanların aillerini.
Hep bir korku vardır aşağı inenlerin de gözlerinde, yukarıda onları bekleyenlerinde yüreklerinde.
Ufak sesleri dinleriz demişti bir kitapta bir madenci,
‘Bazen küçük sesler, minik sızıntılar sonumuz olur bizim’ diyede eklemişti.
Şimdi öyle olmadı.
Şimdi büyük sesler çıktı.
Büyük sızıntılar oldu.
Yüreklere bomba düştü patladı, çok ses oldu,
Gözlerde yaşlar sızıntı ile kalmadı aktı da aktı.
Herkes ağladı.
Onlar ağladı, aileleri ağladı, yakınları, memleketlileri ağladı bütün Türkiye ağladı.
Kim ağlayamaz ki, kim ağlamazki, kimin içi acımaz, kim orada yerin altındakileri düşünüp korkmazki…
Ne yaptılar?
Ah ne yapabilirlerdi ki?
Onlar melek oldular.
Onlar beyaz melekler oldular.
Çocuklar, meleklerin çocukları, bizim çocuklarımız, hepimizin çocukları.
Ellerimizi artık vicdanımıza götürmemiz gerekiyor.
Düşünmeliyiz, az değil çok düşünmeliyiz. Ağlayarak bir şeyler yapamıyorsak konuşarak yapalım, çalışarak yapalım. İnsan olarak yapmamız gerekenler ne ise yapalım. Ama mutlaka bir şeyler yapalım.
Elbette zaman geçecek,
Elbette tozlar yerlerdeki yerlerini alacak.
Yağmurlar yağacak, tozlar akacak, yağmur daha çok yağacak, dahada akıtacak.
Akanlara bakanlar acılı kadınlar, acılı adamlar ve ne olduğunu tam anlayamayan çocuklar kalacak.
Sonra kapılar kapanacak ve herkes dışarıda kalacak.
Vah işte o içeride kalanların haline.
Ne yapacaklar?
Birçoğunun ekmeğini getiren babayiğitleri de yok artık, ne olacak?
Artık zamanı gelmiştir.
Artık elele verilmelidir.
Artık bir gerçeğin daha farkına varılması gerekiyor.
Orada çok insanlar var, orada çok acılar içinde olanlar var.
Orada bir el bekleyen, bir kuvvet isteyen, bir selamet yolu gözleyen acılı yürekler var.
Orada canlar var.
Orada içi yanmış, gerçek kömür olmuşlar var.
Gecelerle gündüzleri, saatlerle dakikaları sayanlar var.
Geçmeyen zamanların çaresizliği içinde dua edenler var.
Haydi hepimiz.
Haydi biz.
Bizlerinde vicdanları var.
Seslenelim, durmadan seslenelim.
Kim nasıl, ne şekilde yardım edebilecekse etmeli.
Orada ne yapılması gerekiyorsa yapılmalı.
Birşeyler yapmalıyızki sonra suçu zamana atmayalım.
Yağmurların külleri yıkayıp götürmesinden önce ses verelim.
Diyelim ki biz çok büyük ve güçlü bir milletiz.
Biz haksızlıkları da biliriz, yapmamız gerekenleri de.
Sadece empati yapalım o kadar.
Hepimiz bir madenci olalım, hepimiz madende eşini yitirmiş bir kadın olalım, hepimiz çocuk olalım babamızı bekleyelim. Hepimiz Soma’da olalım.
O zaman işte, o zaman daha bir akılcı düşünürüz, o zaman daha bir vicdanlı oluruz. O zaman daha bir insan oluruz…
Nazan Şara Şatana