BİZİM GÜNEŞLERİMİZ ÇOK PARLAK



Güneşin batışını izleyen biri:

‘Bir gün daha sona erdi heyhat’ der. Bir diğeri;

‘Güneş batarken inanılmaz renklerle dünyadan veda ediyor’ der.

İkisi de aynı güneşin batışını aynı zamanda, belki de aynı yerde izlemişlerdir. Birinin ruhunda fırtınalar belli ki siyah esmiş, diğerinde fırtınanın rengi de tadı da pembede kalmış. Biri kırmızı - siyah ikilisindeki borayı, kasırgayı yaşıyor, diğeri; Mavilerle, beyazlarla muhabbette öylede anlaşılıyor. Kimine göre koyu renkli olan makbul. O kırmızının cazibesinde, ateşinde görkeminde, heyecanın da! Ya da, siyahın asaletinde, karanlığında gizeminde esrarın da!

Birileri de sadede, asudede, huzurda… O mavide huzuru ararken denizleri - gökyüzünü seçmiş model olarak kendine, Beyazda saflığı, sükûneti, berraklığı, dürüstlüğü, şeffaflığı seçmiş.

Özünde, yaşamında, ruhunda! İki ayrı insan – iki ayrı model! Kim haklı – kim haksız!

Yâda neye göre haklı ve haksız. Bu yorumlara açık… Tek düze olsaydı, bu kadar farklı renk mi olurdu. Bu kadar farklı âlem! Bu güzelliklerde envayi çeşidimi bilirdik. Tek sade, bir tek şeyde huzur var derdik öylece de dururduk. Biz aşkı sevdiğimiz kadar, savaşı da severiz. Biz savaşı sevdiğimiz kadar barıştan da yana olmak isteriz. Biz tangonun sert darbelerinden esinlenerek,

Vurgularımızı sertliğe alıştırarak ta dans ederiz, ney’in ruhumuzu aydınlatan, gönlümüzü ısıtan sesi ile sema da yaparız. Hep böyle gelmiştir bizim içimizde yaşadığımız ve yaşattıklarımız.

Koca sultanlarımız bir dediklerinin tersi için, neler yapmışlar hepimizin bildiği gibi!

Bir çocuğun gözyaşı için de neler yapmışlar yine hepimizin bildiği gibi! Koskocaman biri, koskocaman dünya, koskocaman tarihi değiştirmiş, atını denize sürmüş, yeri yerinden oynatmış.

Doğduğu günden bu güne kadar sadece bunun için yaşamış, yaşatılmış, hazırlanmış, hazırlatılmış. O olmalı, o İstanbul’u almalı.

Peygamber efendimizden gelmiş müjdeli haber…

‘İstanbul muhakkak feth olunacaktır.

Bunu gerçekleştirecek ordunun kumandanı

Ne mutlu kumandan ve askeri ne mutlu askerdir.’

Hazreti Muhammet

Beşikte yatarken velilerden haberler alınmış,

‘O İstanbul’u alacak’ alırken savaş olacak.

Savaş nedir? Hep kazananın sevinci ve kahkahası değildir. Savaş kaybedeninde acısıdır gözyaşıdır. Korkusudur. Paniğidir. Kaçışıdır. Evinden barkından olmasıdır. O öyle bir sultandır ki. ‘Gitmeyeceksiniz, özgürsünüz, buralar yine sizindir’ Şimdi bu hünkârda hangi renkler vardı.

Birlikte bakalım mı? Kırmızılar vardı, siyahlar, zaten hep oradaydı. Ardından mavi gelmedi mi? Sonu beyazla bitmedi mi? Aynı kişi bir buket çiçek için bir kese altın vermedi mi? Aynı kişi çağı değiştirmedi mi? Renkler nerelerdesiniz?

Gördüğünüz gibi bir bütünsünüz. Bir armonidesiniz.

Yenisinde de varsınız, eskisinde de! Sultanlar eskiden varlardı da şimdi yoklar mı? Yok mu oldular, uçtular mı? Işınlanıp kayıp mı oldular.

Bu yazdıklarım sultanlar için…

Kendini sultan gibi hissedenler için! Kadın, erkek ayırt etmeden sultan olanlar için!

Ruhunda adalet olanlar için. Doğarken şanslı olan biz Türkler için. Atatürk’ün evlatları olduğumuz için. Fatih Sultan Mehmet’in soyundan geldiğimiz için.

Bu yazdıklarım doğarken şanslı olup;

‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ diyen bir liderin Atatürk’ün Türkiye’sinde doğduğumuz için.

Bu yazdıklarım;

Gül düşün gülistan ol’ diyen Mevlana’nın yakınları olduğumuz için.

İslâm’ın temeli güzel ahlâk; ahlâkın özü bilgi; bilginin özü akıldır. Diyen Hacı Bektaş’ı Veli’yi bildiğimiz için.

Benlik davasını bırak-Muhabbetten olma ırak-Sevgi ile dolsun yürek-

Hoşgörülü olmaya bak diyen;

Yunus Emre için…

Ey oğul (Osman Gazi), beysin; Bundan sonra öfke bize, uysallık sana; Güceniklik bize, gönül almak sana. Suçlamak bize, katlanmak sana; Acizlik bize, yanılgı bize, hoş görmek sana. Geçimsizlikler, çatışmalar, anlaşmazlıklar bize, adalet sana; Kötü söz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlama sana. Diyen;

Şeyh Edebalı

Kötü bir işin en güçlü (gizli) şahidi, vicdanımızdır. Diyen;

Hz. Ömer

Ey oğul; Bundan sonra bölmek bize bütünlemek sana; Üşengeçlik bize, uyarmak gayretlendirmek, şekillendirmek sana. Ey oğul; Sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma; İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın. Ey oğul; Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı. Allah yardımcın olsun. Diyen;

Şeyh Edebalı için…

Önce doğruyu bilmek gerekir. Doğru bilinirse yanlış da bilinir, ama önce yanlış bilinirse, doğruya ulaşılamaz. Diyen

Fârabî

Akıl sadece anahtar. Anahtara takılmayasın. Asl olan anahtarın açacağı kapılardır. Kapıların ardında hazineler, kapıların ardında sırlar vardır. Sırlar ki, ebedî muştuları koynunda barındırır; sonsuza kavuşturur. Aklını kullanıp dünyadayken cennetin kapılarını aralayasın oğul. Diyen;

Şeyh Edebalı

Gönül adamı ömrünü boşa harcamaz, yüreğini ucuza satmaz, edep tacını başından almaz. Gönül erinin her zaman yüzü yerde, gönlü göktedir. Haklı olduğunda kavga vermesini bilir. Kavgayı sadece bileği ile değil, ilmiyle ve yüreğiyle yapmasını da bilir. Diyen yine;

Şeyh Edebalı için

Bizler nefreti eritmek için, muhabbetin asaletini dünyaya yeniden hâkim kılmak için çıktık yola. Bu yolda utanacak bir şeyimiz yoktur. Muhabbet yolunun gizlisi saklısı yoktur oğul. Diyen

Şeyh Edebali için…

Çok şanslı olduğumuz için, böyle ecdatlara sahip olduğumuz için, onlarla gururlandığımız için, örnek alacak şanlı, şerefli tarihimiz olduğu için…

Nazan Şara Şatana


YORUM EKLE